Ahengi ve uyumu
sembolize edeceğini düşündüğüm için bu yazımı güller üzerinden ele alıyorum.
Herkes
bilir ki gül alelade bir bitki değildir. Kuvvetli hisleri ifade eder. Sevgi,
masumiyet, barış, maneviyat, öz gibi…
Bu
gördüğümüz gül Elie Saab. Artık gördüğümüz anda tanıdığımız lirik üslubuyla
tabi ki de gülü çağrıştıran bir şeyler denemesini beklemek çok doğal. Ancak
onun gül soyutlaması daha çok kumaşta ve renkte yoğunlaşıyor. Tasarımlarda ufak
ya da büyük ölçekte gül formlarını görmemekteyiz. Algımız, daha çok uçuş puçuş parçacıkları yakalayarak tasarımcının güle olan atfını hissettiriyor. Yani orjinal
bir soyutlama durumu hakim.
Bu çalışmalar ise Saab’ın anlayışından daha farklı. Her biri zaten güzel bir “motif” olan gülü temel hacminden ödün vermeden neredeyse birebir olarak kullanmaktalar.
Elbette
bu da bir tasarım algısı ancak ben tasarımcının temaya olan etkisinin daha
baskın olduğu, modacının süzgecinden geçtiği belirgin olan tasarımları tercih
ediyorum.
Bazı
çalışmalarda ise gülün katmerli ve esnek yapısından yola çıkılarak üretilen denemeler
hakim. Örneğin tekrar tekrar kırıştırılan kalın kumaşlar ve tüller, ya da kendi
ekseni etrafında döndürülen formlar bu katmerli yapıyı belirginleştirebiliyor
ve aynı motifi tekrar ettiği için ritmik bir görüntü oluşturuyor.
_
Şu
ana dek Elie Saab gibi gülü soyutlayan, ya da diğer tasarımcılar gibi gül
formunu kumaşa olduğu gibi aktaran tasarımcılara göz attım. Bir de her zaman
olduğu gibi üçüncü bir yola sahip Alexander McQueen’in “Gül Algısı”na bakmakta
fayda var bence.
McQueen gülden ziyade dökülmüş ve çürümüş gül yapraklarını ele almış gibi görünüyor ilk bakışta. Elbiselerin renk tonu, solmuş gül yaprağı/gülkurusu tonlarında ve bu renklerin uyumunu bence inanılmaz derecede başarılı geçişlerle yaratıyor. Her zaman olduğu gibi bu tasarımlarında da Y eksenine göre simetrik olma durumu var yani tekrarı ve ritmi her şekilde yakalayabilmekte.
Elbiselerin
deseni çok yalın olmadığı için sanırım kesimlerde sadeliğe gidilmiş ki bence bu; yani abartısızlık tasarımın en önemli noktasını oluşturuyor aksi halde ya
yaprakların deseni ya da elbiselerin şekli eşit derecede odak olacak ve birbirini
bastıracaktı.
Farklı
kumaşlar denense de hepsi bir bütünlük içerisinde devam edebilen; yani
birbiriyle aynı dili yakalamış, aynı ölçekte devam edebilen bu koleksiyon kesinlikle
favori tasarımım haline geldi. : )
Özellikle
gül çoğu zaman kıpkırmızı rengiyle ya da bazı baskın duygularla ele
alınan bir ilham parçası iken bu şekilde solmuş güller ve yaşamaya çalışan
güllerin daha karanlık yüzünü yansıtması da yine tasarımcının olaya daha farklı
açıdan bakışını ve bu görüşünün yorumunu göstermekte bence.
Neyse;
gül sadece McQueen’in gözünde bir tasarım parçası değil elbette; gençlik de
istediği gibi yorumlayabiliyor onları. Hem de ufacık bir maliyetle :
)
Bu
arada biraz geçmiş olacak ama geçen yüzyılın bence önemli mimarlarından birisi
olan Charles Rennie MacIntosh (aynı zamanda ressam, mobilya tasarımcısı)harikulade
ve kendisine özgü bir gül yorumunu bizlere miras bırakalı çok oluyor. Ancak genelde pek tanınmayan tasarımcının (zaten neredeyse tüm harika sanatçıların başına gelen bu) gülleri bugün sadece İskoçya’daki bazı yapılarda vitray olarak kullanılmakta.
Bu düğüm misali gülü ve ona dik bağlanan çizgileri bir yerlerde görürseniz MacIntosh’a selam vermeyi unutmayın.
Takip için:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder