29 Mayıs 2013 Çarşamba

Rem D Koolhas

Çizikler gün yüzüne çıkarken. . . .
Dördüncü Kısım

Geçtiğimiz haftalarda iki ünlü mimarın Jean Nouvel’in ve Zaha Hadid’in kendi stillerinde tasarladıkları ayakkabılardan bahsetmiştik. Bu defa da çok başarılı ve dünya çapında meşhur mimar Rem Koolhas’ın yeğeni olan (ve yine aynı ismi taşıyan) Rem D. Koolhas’ın çizgili ayakkabı tasarımlarına göz atayım dedim.


























Tek parça gibi görünen ayakkabı, dışından geçen bağlayıcı şeritlerle sanki kalın bir kumaşın evirilip çevrilmesiyle oluşmuş ve bu şekilde kalmış bir form etkisi yaratıyor insanda. Bu formu
sayesinde ayağı sarıyor gibi bir durum da söz konusu.



































Özellikle renkleri çok eğlenceli değil mi? 
Sanki lolipopların eriyerek şekil değiştirmiş 
halleri falan gibiler : )


























Ayakkabılar form olarak tam bir ayak hacmine sahip 
olsa da üzerindeki topografik eğriler sayesinde kısmen 
de olsa illüzyon tipi etkilerin varlığından söz edilebilir.































Daha önceki ayakkabı tasarımlarına ulaşmak için:
Jean Nouvelle


Zaha Hadid


Takip içinse:

24 Mayıs 2013 Cuma

light is Time & time is Light



























Bu yazıda yine bir üründen ziyade onun sunumunu anlatan bir şeyler paylaşıyorum.
Bu defa Japon saat markası CITIZEN’in yakın zamanda Fransa tabanlı DGT mimarlık bürosuna 
fuar için tasarlattığı enstalasyona değinelim. 

İsviçre’de yapılan bu çalışmanın adı “Frozen Time”. 
Gerçekten de bir şey kırılıp, saçılırken zamanda donmuş gibi bir atmosfer bırakmıyor mu insanda?
Daha alana yaklaşmadan önce ziyaretçiye zamanla ilgili tematik bir tasarım olduğunu da 
referans olarak vermekte. Bir saat ancak bu kadar güzel soyutlanabilirdi.

Havada asılı ve zamanda sıkışmış gibi duran bu parçacıkların arasında saatlerin sunulduğu cam 
vitrinler yine uçuyormuş gibi havada kalmışlar ayrıca yukarıdan aşağıya inen aydınlatma da tüm 
bu ortam için oldukça etkili durumda. Döşemenin de koyu renkli ve yansıtıcılık durumunun 
yüksek olması mekandaki bu çalışmayı daha da belirgin hale getiriyor elbette.































Bu fotoğrafta ise lineer hatların belirli bölgelerde daha baskın belirli bölgelerde ise 
daha silik olduğu görülebilmekte….
Tasarım karmaşık bir geometriye sahipmiş gibi görünse de aslında belli noktalardan
sallandırılan dikey elemanlardan ibaret ancak ufak parçacıkların birbiriyle aynı hizada 
olmaması ve perspektifin etkisiyle çok daha farklı formlar oluşabilmekte. 
Tıpkı bir ışık oyunu dizaynı gibi…. 
Zaten bu yüzden olsa gerek çalışmanın sloganı: 
Time is Light,  Light is Time.

Bundan birkaç yıl önce bir Matter and Light adında bir çalışma serisini görmeye gitmiştim ve 
Led ışıklarla çalışan Erwin Redl adlı sanatçının koca bir oda boyunca yaptığı Matrix adlı işini aslında
şöyle oldukça kolay bir şekilde kurmuştu (sol fotoğraf, flaşlı çekim) ancak yapılan iş karanlıkta
sağdaki görünüme sahipti. Çünkü göz, açıları oldukça farklı bir şekilde algılar. Sanatçı da bu
hassasiyetten faydalanmıştı.


















Işıkla birlikte yayılan bu parçacıklar aslında saat çarkları ve saat içi bileşenleri….


























Burada 50.000’den fazla parçacık kullanılmış yani kısacık süren bir gösteri için olsa dahi inanılmaz
bir çalışma, emek ve "Zaman" sarf edilmiş olmalı….




























Daha güzel olanı ise bu çalışma yalnızca görsel bir değer değil ayrıca ziyaretçilerin içinde de 
dolaşabileceği sanatsal bir kurulum.






























Sunum gerçekten de oluşturulan moda ürünleri kadar önemli bir parça. Aldığımız bir parfümün kutusu, 
bir pantolonun etiketi hatta torbasına kadar tasarımcının elinden çıkan detayların hepsinin aslında
bir bütün olduğunu düşünüyorum ve kimi zaman bu bütünde bazı parçalar daha öne çıkabilir
tıpkı burada görülen sunumda olduğu gibi....

Ve son olarak bu da tasarıma ait kısacık bir film:


Takip için:

17 Mayıs 2013 Cuma

Londra'dan Seçilmiş Anılar


Geçtiğimiz yıllarda kısa bir süre için Londra’da yaşama şansımız olmuştu. Çok sempatik ve evde gibi hissettiren özel bir şehir Londra. Herkesle diyalog kurmaya meyilli, asil olduğu kadar mütevazi de bir kent. Bazı bölümlerinde ise gruplaşmalar oluşmuş tıpkı bizim biricik kentimiz İstanbul’da olduğu gibi orada da Nişantaşı benzeri bir cadde var: Knightbridge Caddesi

Cadde tamamen büyük ve ünlü modacıların en görkemli mağazalarını besliyor. Cadde boyunca ilerleyen geniş vitrinlerden bir rekabet havası da sızıyor tabi. Benim dikkatimi çeken şey ise ne Burberry’nin köşedeki koca mağazası ne de Gucci’nin soft renkli mağazasını Arap turistlerin basmasıydı. Tamamen sunuma yönelik bir Harvey Nichols’ın vitriniydi. Kendi ürünlerini geri planda bırakan bir enstalasyon kurmuştu vitrinine. Bu da bence maddiyattan ve satıştan ziyade sanata olan saygısını sembolize ediyordu, en azından ben böyle hissettim. Sadece ben değil çevremdeki insanlar da benim gibi durup modern sanatlar müzesindeymişçesine çalışmaların resmini çekmeye başladığına göre pek çok insan da bu sanatsal objelerden keyif aldı, heyecanlandı.



Kasetlerden, filmlerinden ve kaset kaplarından yapılmış kocaman bir piyano ve karşısındaki binadan üzerine yansıyan sütunlar, bayraklar ve çiçekler o kadar iyi kaynaşmış ki caddenin iki ucu aslında iç içe geçmiş gibi…



Bu arada Nichols’ın mandallara karşı özel bir ilgisi var galiba : P

Ama benim favorim bu ahşap mandallardan oluşturulmuş tasarım, hem bir düğüm hem de çözüm noktası gibi; biraz da örgüyü anımsatıyor bana bir yandan yapılırken eteklerinden sökülerek hiç “bitmeyen” elbise….




İşte bu da karşıdan akis yapan Rönesans binası. Üzerindeki oran, Palladio motiflerinin tekrarı gibi ritimlerle, simetrisi ve pişmiş topraktan malzemesi ile klasik dönem İngiliz mimarisinin güzel bir örneği. Tam emin olmamakla birlikte sanırım otel olarak falan kullanılıyordu diyeceğim.


Her neyse burada anlatmak istediğim sunum yaparken sadece sonuca odaklı olmak değil (satış, rekabet, ün…) sanat, kültür, ziyaretçi gibi yan ürünlerin de etkisiyle farklı yönlere açılarak kişilere farklı zihin denemeleri yaptırmanın kalıcı olması ve herkese her bütçeye seslenmesidir. Örneğin bahse varım ki o dönem de oradan geçen pek çok kişinin hatırında yer alabilen en kalıcı vitrin herhalde Nichols’ınkidir.

İşte böyle, son modayı falan değil farklı denemeleri takip etmek için: