Geçtiğimiz
haftalarda iki ünlü mimarın Jean Nouvel’in ve Zaha Hadid’in kendi stillerinde
tasarladıkları ayakkabılardan bahsetmiştik. Bu defa da çok başarılı ve dünya
çapında meşhur mimar Rem Koolhas’ın yeğeni olan (ve yine aynı ismi taşıyan) Rem
D. Koolhas’ın çizgili ayakkabı tasarımlarına göz atayım dedim.
Tek parça gibi görünen
ayakkabı, dışından geçen bağlayıcı şeritlerle sanki kalın bir kumaşın evirilip
çevrilmesiyle oluşmuş ve bu şekilde kalmış bir form etkisi yaratıyor insanda. Bu formu
sayesinde ayağı sarıyor gibi bir durum da söz konusu.
Özellikle renkleri çok eğlenceli değil mi?
Sanki lolipopların eriyerek şekil değiştirmiş
halleri falan gibiler : )
Ayakkabılar form
olarak tam bir ayak hacmine sahip
olsa da üzerindeki topografik eğriler
sayesinde kısmen
de olsa illüzyon tipi etkilerin varlığından söz edilebilir.
Geçtiğimiz yıllarda kısa bir süre için Londra’da yaşama
şansımız olmuştu. Çok sempatik ve evde gibi hissettiren özel bir şehir Londra.
Herkesle diyalog kurmaya meyilli, asil olduğu kadar mütevazi de bir kent. Bazı
bölümlerinde ise gruplaşmalar oluşmuş tıpkı bizim biricik kentimiz İstanbul’da olduğu
gibi orada da Nişantaşı benzeri bir cadde var: Knightbridge Caddesi
Cadde tamamen büyük ve ünlü modacıların en görkemli
mağazalarını besliyor. Cadde boyunca ilerleyen geniş vitrinlerden bir rekabet
havası da sızıyor tabi. Benim dikkatimi çeken şey ise ne Burberry’nin köşedeki
koca mağazası ne de Gucci’nin soft renkli mağazasını Arap turistlerin
basmasıydı. Tamamen sunuma yönelik bir Harvey Nichols’ın vitriniydi. Kendi ürünlerini
geri planda bırakan bir enstalasyon kurmuştu vitrinine. Bu da bence maddiyattan
ve satıştan ziyade sanata olan saygısını sembolize ediyordu, en azından ben
böyle hissettim. Sadece ben değil çevremdeki insanlar da benim gibi durup
modern sanatlar müzesindeymişçesine çalışmaların resmini çekmeye başladığına
göre pek çok insan da bu sanatsal objelerden keyif aldı, heyecanlandı.
Kasetlerden, filmlerinden ve kaset kaplarından yapılmış
kocaman bir piyano ve karşısındaki binadan üzerine yansıyan sütunlar, bayraklar
ve çiçekler o kadar iyi kaynaşmış ki caddenin iki ucu aslında iç içe geçmiş
gibi…
Bu arada Nichols’ın mandallara karşı özel bir ilgisi var
galiba : P
Ama benim favorim bu ahşap mandallardan oluşturulmuş
tasarım, hem bir düğüm hem de çözüm noktası gibi; biraz da örgüyü anımsatıyor
bana bir yandan yapılırken eteklerinden sökülerek hiç “bitmeyen” elbise….
İşte bu da karşıdan akis yapan Rönesans binası. Üzerindeki
oran, Palladio motiflerinin tekrarı gibi ritimlerle, simetrisi ve pişmiş
topraktan malzemesi ile klasik dönem İngiliz mimarisinin güzel bir örneği. Tam
emin olmamakla birlikte sanırım otel olarak falan kullanılıyordu diyeceğim.
Her neyse burada anlatmak istediğim sunum yaparken sadece
sonuca odaklı olmak değil (satış, rekabet, ün…) sanat, kültür, ziyaretçi gibi yan
ürünlerin de etkisiyle farklı yönlere açılarak kişilere farklı zihin denemeleri
yaptırmanın kalıcı olması ve herkese her bütçeye seslenmesidir. Örneğin bahse
varım ki o dönem de oradan geçen pek çok kişinin hatırında yer alabilen en
kalıcı vitrin herhalde Nichols’ınkidir.
İşte böyle, son modayı falan değil farklı denemeleri takip etmek için: